29 Ekim 2014 Çarşamba

SOĞUK BİR AĞAÇ GÖLGESİ


 Ekim ' 2014

Yol boyu anlamsız gözlerle etrafıma baktım. Bakışlarım benden uzakta, sana yakın dalmıştı maziye. Sessiz sedasız yol beni senden alıp, yalnızlığa getiriyordu. Otobüs yaşadığım şehirden bedenimi  uzaklaştırırken, ruhumu bana yakınlaştırıyordu sanki.

 Kendimle baş başa kaldım. Sessizliğin sesini dinlemek istiyordum… Sessizlik bestesini ayrılık makamından dinlemek de varmış kaderde. Kaderin kederine, yalnızlık makamından eyvallah diyerek yola koyuluyorum. Susarak özlüyorum…

Neden sonra dere kenarında ki ağaç gözüme takılıyor. Koca bir tarlanın ortasında yalnız, mağrur, dimdik duran bir ağaç. Öylesine bir duruşu vardı ki ona bakan her nazarla konuşmak istiyordu sanki.
 
Konuşuyordu konuşmasına da zahire aldanmayın, bir dokunun bin ah işitin der gibi  duruyordu. 

Sende dinle ey yolcu bu ahı …
Her gelen gölgemde konaklar, dinlenir yoluna öyle devam ederdi. Gelen misafiri hoş geldin ile ağırlar, güle güle ile uğurlardım. Sırtlarını gövdeme dayar, yorgunluklarını bana, huzuru kendilerine alır yola öyle devam ederlerdi.  Kurda, kuşa kucak açar ev sahipliği yapardım.

Yapardım yapmasına da arkasına dönüp bir el sallanmak zor gelirdi her gidene…

Güz gelir, yapraklarım dökülürdü. Esen rüzgar dallarımı kırar gene de  gönül koymazdım. Ben buradayım devr-i mevsimde gene beklerim der yolcu ederdim rüzgarı. Kış gelir iliklerime kadar üşür, yağan kara hiç sitem etmezdim. Baharın geldiğini önümden akan derenin taşmasından anlardım. Doğduğum yerden beni söküp almasın diye köklerimle öylesine sarılırdım ki toprağa, halime nisan yağmurları ağlardı her defasında… Baharın yorgunluğunu, güneşin sıcaklığı dindirir miydi bilmem ama hayatım bundan ibaretti… Kaderin yazdığı senaryo benim için buydu.

Sessizliğim itaatim, sukütum takdire rızamın adı olmuştu…

Ey yalnızlığı koynunda besleyen ağaç… Duruşun, heybetin ne çok şey anlatmakta bu yolcuya. Hayat yolunun kenarında, tıpkı senin gibi yalnız kaldım bende. Her gelen dert mevsiminden payıma düşeni aldım. 

Aldım almasına da senin kadar dik durmayı beceremedim şu hayatta.

Sonbahar yapraklarımı döktü diyorsun. Hazan benim için de hep hüzün mevsimi oldu. En sevdiğim, çok sevdiğim, canımın canı bu mevsim toprağın bağrına düştü. Senin yaprakların sararıp düşmüştü yere, benim toprağın bağrına düşen yaprağım yemyeşildi üstelik. Cahit Sıtkı ne güzel söylemiş;

"Neylersin ölüm herkesin başında. 
Uyudun uyanmadın olacak. 
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında? 
Bir namazlık saltanatın olacak. 
Taht misali o musalla taşında."

Dallarına kar yağarmış her kış. Benim kışım ise hiç bitmiyor ki. Saçlarıma yağan kar, dört mevsime inat erimiyor. Toprak nisan yağmurlarına,  ben günahlarımı yıkayacak gözyaşı yağmurlarına hasretim. Sen baharın gelişini cemrenin düşmesinde, nevruzun ateşinde ararsın. Oysa ben bir bakışın, tebessümle gönle düşmesinde beklemekteyim baharı. Can evime düşen  o nazar, baharın muştusu olacak benim için… Nevruz ateşine, sevda türküsünün eşlik edeceği bahar bayramını bende senin kadar özlemekteyim. Beklemekteyim.

Beklemekteyim beklemesine de düşen ateş, yanan yürek olunca yüksek dağların başı gibi duman eksik olmuyor ömrümde…

Kader dedin… Yazılanı yaşıyoruz dedin… Üç günlük dünya filminin son sahnesindeyiz dedin ey ağaç...

Dün, bugün, yarın… Dün gitti. Yarın meçhullerde.
Elimde kalan tek sermayem bugün...

Bugün; yaşıyorum.
Bugün; yolcuyum
Bugün; dünden uzak yarına yakın, sana geliyorum.
Bugün; dünden aldığım nefesle yarına ölüyorum...

Ve ben her gün sensiz böyle yaşıyorum.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder